MARAŞ KATLİAMI

MARAŞ KATLİAMI

(19-25 ARALIK 1978)

Ülkede yada Dünyada yaşanan olaylara bakınca kimlerin neyin peşinde olduklarını ve kimleri kullanarak neler elde etmeye çalıştıklarını çok iyi görebiliyoruz.

Sorun kimlerin ne yapmak istediği değil çünkü onu çok iyi biliyoruz ama  kullandıkları argümanlar ve figürlar önemlidir.

Aslında bizim yaşadıklarımızdan dolayı argümanları ön plana çıkartmak istiyorum. Aksi halde yaşananlar insanlık ve Doğa adına yapılan katliamlarsa buna başka bir mantıkla yaklaşmakta doğru olmaz.

İnsanın kendisini tanıdığı günden bu yana yaşanan olaylara baktığımızda olayları birkaç başlık altında toplamamız mümkündür.

Birinci sırada inançlar, sonra milliyet, namus ve ekonomiyi görmek mümkündür.

Bu sıralama daha farklı olabilir hatta olmalıda.

İnanç ve milliyet bireylerin kendi sorunları iken ekonomi devletlerin çıkar politikalarına dayanır ve bunun sonunda namus davası diye ortaya atılmış bir kavram da ayrı bir vakıadır.

Maraş katliamına geçmeden önce Alevilerin yaşadıklarını gözden geçirdiğimizde  Maraş’ta yaşadıklarımızın köklerine daha rahat ulaşmış oluruz.

Kimi kaynaklar, Alevi inanç ve öğretisinin MÖ. 2300, kimi kaynaklar MÖ.2800 yıllarına kadar götürürler. Hangisi doğru olursa olsun bu inanç o tarihlerden bu yana mensupları için bir kıyım gerekçesi olmuştur.

Alevilik, Doğmatik dinlere, devlet düzenine, bireysel çıkarlara ters düştüğü için sürekli kendisine düşman yaratmıştır.

Büyüklerimizden dinleyerek büyüdüğümüz “Eline, diline,beline, eşine, işine, aşına sahip ol” sözü başkalarının çıkarlarına ters düşer ve size düşman olurlar.

Bunun örneklerine bakalım.

325 yılındaki Bizanslıların Kiliseler Birliği İznik Konseyinde alınan bir karar; Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde Hıristiyanlık dışında hiçbir din yaşatılmayacaktır.

Bu karar çerçevesinde bugün ki adıyla Alevilerin bir kısmı yaşamak için Hıristiyan olmuşlar, bir kısmı kabul etmediği için canlarından olmuşlar ve bir kısmı da gündüz Hıristiyan gibi yaşamışlar gecede gizli gizli ibadetlerini yapmaya devam etmişler.

Diğer bölgelerde insanlar zor şartlarda yaşamlarını devam ettirmişler. İslamiyetin doğuşu ile biraz rahatladıklarını sanan Aleviler bu defa da bir taraftan Sünnilerin, diğer taraftan Şiilerin baskısı altında, inançlarında kutsallık yükledikleri Güneşe Muhammed, Aya da Ali demek zorunda kalmışlar. Günümüzdeki ifade ile Yaratıcılarına = Hakk, Muhammed Ali demişlerdir.

Kırklar cemini gizli yapmışlardır.

Yavuz Sultan, Ebuu Suud , Müftü Hamza döneminde yaşananlar ayrı bir gündem konusu olmalı.

1826 da II. Mahmut ile başlayan Tekke ve Zaviyelerin, Dergahların kapatılması ve açılışında dergahlara Nakşi Şeyhlerinin görevlendirilmesi.

Cumhuriyet döneminde 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin seddine dair yada ile Aleviliği yok etme.

Koçgiri ve Dersim Katliamları ile gelinen nokta ise Sivas Ali Baba, Malatya, Maraş, Çorum olayları.

12 Eylülden sonra Madımak, Gazi katliamları sürecin birer dönemi olarak kabul edilmeli.

Dikkat edilecek olursa sürekli Aleviler katlediliyor ama ne hikmetse Aleviler hiçbir zaman kimseye kötü gözle bakmamış, bakamamışlar. çünkü Alevilerin inancı başkalarının inancına saygılı davranmayı emretmiş ve kötülüklere izin vermemiştir.

Konu Maraş katliamı olunca öncelikle Maraş’ı konuşup sonra  diğer konulara da değinmekte yarar vardır.

          MARAŞ OLAYLARI ÖNCESİ

Maraş merkez Sünni inanca mensup insanlardan oluşurken Pazarcık,Türkoğlu,Göksun,Afşin,Elbistan ilçelerinde ve köylerinde Aleviler ağırlıklı bir nüfusa sahipti.

1965 yılında Yurtdışına işçi olarak gidiş başlamıştı. O dönem köy şartlarından kurtulmak için yurtdışına gidenlerin büyük bir kısmı Alevilerdi.

Elde ettikleri gelirlerle ülkedeki yakınları ticarete,hayvancılığa,çiftçiliğe ağırlık koymaya başladılar. Köyde,ilçelerde başlattıkları bu hareketi kent merkezine taşımaya başladılar. Bir taraftan ticareti ellerine geçirmeye başlayan Aleviler diğer taraftan siyasette,eğitimde de söz sahibi oldular.

Küçük işletmeler fabrikalara,inşaat işçilikleri müteahhitliğe,oto tamirciliği otomobil bayiliğine dönüşürken pamuk üreticiliği iplik fabrikalarına dönüştü.

Ticaret elden gitti,siyasette söz sahipliği sona ermek üzere. Bu yükselişin durdurulması gerekirdi.

Bu gelişme sadece Maraş’ta değil  birçok ilde yaşanmaktaydı. Köyden kent merkezine hızla ve büyüyerek başlayan illerin başında Maraş,Sivas,Çorum,Amasya.. gibi iller var idi.

Çıkarcı ve aşırı milliyetçi düşünce bunun önüne nasıl geçilebilir sorusuna cevap arıyor idi.

İlk denemeler ilçelerde başladı.

Direk Alevilere yönelik saldırıların altından kalkılamayacağı hesap edilerek öncelikle sağcı-solcu ayrımı ile başlamalıydı.

Daha rahat kullanılacak bir politika idi. Hem dinciler,hem de milliyetçiler bu harekete destek verirler ve güçler birleşince sonuç alınabilirdi.

Sonuçta öyle de oldu.

Maraş İlinin Elbistan,Göksun,Türkoğlu,Pazarcık ilçelerinde başlatıldı yıllar önce bu hareket.  Gün geldi ve hazırlanan plan uygulama konuldu.

Aylar önce başlayan hazırlıklardan sonra farklı bir gerekçeyle yani iki solcunun öldürülmesiyle 19.12.1978 tarihinde başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978’de gerçekleştirildi.

Devlet kayıtları yada basından elde edilen bilgilerle;

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in birçok konuşmaları ve MHP’nin Maraş’taki etkinlikleri katliamın açık seçik delillerdir.

Katliamdan birkaç gün önce, Alevilerin yaşadıkları semt ve mahallelerde kendilerini görevli olarak tanıtan kimi insanlar sözde nüfus sayımına hazırlık diyerek, evlerde kaç nüfus olduğunu hatta yaşlarını sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir.

Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara yada duvarlara kırmızı boyayla işaretler koymuşlardır. Amaç, Alevi evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.

O dönemlerde bilinen bir sinema salonu vardı Çiçek Sineması.

Ülkücü Gençlik Derneği  “Güneş Ne zaman Doğacak” adlı filmi 19 Aralık 1978’de bu sinemada oynattılar. Akşam seansının sonuna doğru az tesirli bir patlayıcının patlamasıyla birlikte tahrikler de başlar.

Salonda film sırasında sık sık “Müslüman Türkiye” “Milliyetçi Türkiye”                                 “Koministler Moskova’ya”, “Başbuğ Türkeş” gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, “Bunu solcular attı” diyerek izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına sloganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.

Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin ÖKKEŞ KENGER (Şendiler) olduğu anlaşılır.

20 Aralık’ta akşam saatlerinde “Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle’de bulunan Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır.

Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar.

Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu’da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. “solcu” öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi (benim okuduğum lise) önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami’ye doğru yola çıkar.

Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için “Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” diye çağrı yaparlar.

Diğer taraftan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.

Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar

 

Komünistler Moskova’ya, Katil İktidar” sloganlarıyla saldırıya geçtiler. Önceden hazırladıkları  taş ve sopalarla, korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji cenazeleri yerde bırakarak dağılırlar.

Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.

Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır.

TÖB-DER,DİSK, POL-DER, CHP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar.

Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100’e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.

Alevilere  Yönelik Toplu Katliamlar:

Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.

23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, “Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar” çağrıları aralıksız sürer.

Hazırlanan plan üzerine Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlar, işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddelerle ateşe verilir. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.

Polisin ve askerlerin günler önce başlayan hazırlıklara rağmen yeterince önlem almamaları veya basit önlemler alarak hareket etmesi Faşist saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş’ı ele geçirmelerine neden olur.

Gözü dönmüş Faşistler hızla katliamı sürdürürler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları boğazlarlar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukların gözlerini şişlerle oyarlar, karşılarına çıkan Alevileri Baltalarla, keserlerle öldürürler.

Saldırganların “Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar” biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok gerici ve cahil  Sünni de olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsa divanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar.

Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar.

Belediye araçları saldırı sırasında mahallelere mühimmat ve silahlar taşır. Saldırganlar işaretli evleri ve YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.

Polislerin büyük bir kısmı olaylar karşısında tamamen seyirci kalırlar. Askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.

Askerlere sığınan bazı Alevi vatandaşları askerlerin ellerinden alarak  Sağlık Ocağına, Devlet hastanesine götüreceğiz diye götürüp öldürürler.

22 Aralık’ta başlayan kanlı olay ne yazık ki tam beş gün sürmüş ve Devletin olayları kontrol altına almamış yada alamamıştır.

Olaylar sırasında fırsat bulanlar İl dışına kaçmaya başlamışlar. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş’ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı.

Maraş katliamında faşistler bir taraftan da ganimet topluyordu.

Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı’nın kellesini istiyoruz” sloganları kulakları tırmalıyordu.

Hükümet konağına sığınan bir grup insanı Askerlerin önlemlerine rağmen alıp öldürmek istiyorlardı.

Dönemim İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı güya aldığı bilgilere göre olayları solcularla Alevilerin çıkarttıklarını söylüyordu.

Bu kadar çirkin olayların yaşandığı sıralarda İçişleri Bakanı Özaydınlı, Alparslan Türkeş ile olayların nasıl çözüleceğini konuşmaya gidecek kadar basitleşiyor. Zaten olaylar Türkeş’in istediği gibi gelişiyordu  ve bir açıklama yapmıştı,  “Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır”

Olayları yerinde incelemek üzere Maraş’a gitmek isteyen  Sağlık Bakanı Mete Tan, şehre girişte ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında nasıl bir  pazarlık yapılırsa  Bakan , ancak bu pazarlıktan sonra Maraş’a girebilir.

Adalet Bakanı Mehmet Can, ve Devlet Bakanı Salih Yıldız’, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur da Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında önü kesilir, saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi ile saldırı  engellenir. Bakanlar şehre korku içinde zorla girebilmişlerdir.

Kentte yangınlar devam ederken ve dumanlar yükselirken , sokaklarda cesetler kokuşurken, Ülkücüler “Yaşasın Başbuğ Türkeş” sloganını sürdürürler.

Maraş’a zorla girebilen Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü’nün de konuşmasını isterler ama Müftüye kesinlikle ulaşamazlar.

 

 

Bir taraftan Katliam devam ederken diğer taraftan da özellikle Sünni köylerinde; “Maraş’taki solcular, komünistler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar,  

Müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar.                                                                                                  Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş’a getiriyorlar.

Biz de Maraş’a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş’ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim” şeklindeki çirkin kışkırtmalarla Sünni köyleri de işin içine çekilmişlerdir.

Bundan etkilenen kimi köylüler harekete geçerek yolların giriş ve çıkışlarında araçları durdurarak, yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya başlamışlar.

İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın vaazında

Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diyor.

 

Diğer faşist ve dinciler ise,

Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun” diyorlardı.

Maraş’ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir.

Resmi raporlara göre Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Maraş merkezde Alevi nüfusunu, yüzde 90’ının Maraş’ı terk ettiği biliniyor. Aslında ölü sayısı 111 değil çok daha fazla.

 

 

 

DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR

İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Katliamın gerçek nedeninin ve sonucunun açığa çıkartılması için özel bir komisyon görevlendirir. Komisyon çalışmalardan sonra raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ne yazı ki raporun içeriği gizli tutulur.

Gündem Dergisi , bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:

“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder…

“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’), 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur…

“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir…

Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir.

Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi?’ gibi şeyler söylenir.

Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir…

“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir.

Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli…isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.

“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır.

Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı.

‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır.

Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.

“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.

“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.

“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.

“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”

Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.

 

 

 

 

Olayları Yaşayanların ifadeleri

Kamil Berk: “23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,… sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler.

‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”

Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk.

23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta,           av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar.

Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler.

Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”

 

 

 

Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı.

Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı.

Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım.

Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek,

‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim?’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi.

Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun?’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar.

Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.

“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi.

Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar.

Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan… Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım…”

Yüzbaşı Timur Şen anlatıyor.

“Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda,

Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini;

kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını;

Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi), şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi), Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini;

Her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen,

Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini;

bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,

“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini;

Yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini;

grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek,

‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle

Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini;

topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde

‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,

”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını;

bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra), iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.

 

 

Birçoğunuzun çok iyi bildiği Maraş olayları tamamen devletin ihmali yada kontrolü altında yaşanmış olaylardır.

Yazının başında da belirttiğim gibi bu katliamların altında yatan olayları çok iyi okumak gerekir.

Bu tip olaylar ne ilk olmuştur, nede son olacaktır.

 

Koçgiri, Dersim, Çorum ve Malatya, Madımak olayları yakın tarihte yaşadığımız büyük acılardır.

Uzunca bir süre olayların yaşandığı bölgelere gidip o acıyı yerlerinde anamadık.

Tıpkı Kerbela olaylarının yaşandığı dönemde hayatta kalan İmam Zeynel Abidin’in babasının, kardeşlerinin mezarlarını ziyaret edemediği gibi bizlerde Madımak, Çorum ve Maraş’a gidemedik.

Koçgiri ve Dersim konusunda hala istenilen düzeyde kendimizi ifade edemedik.

 

Alevilerin ciddi örgütlenmelerinden sonra Madımak ve Maraş Katliamlarını anmak için 20 – 30 kişi ile başlayan anmalar, örgütlü gücün desteği ile binlere onbinlere ulaştı ve Çorum dahil olmak üzere birçok yerde yaşananları anma adına olsa da etkinlikler her geçen gün daha güçlü bir şekilde yapılmaktadır.

Ne yazık ki içimizdeki Hınzır Paşalar önümüz kesmek için derin devlet başta olmak üzere birçokları ile işbirliği içerisine girerek görevlerini yapıyorlar.

 

 

Geçmiş dönemlerde ki Din savaşlarını çok iyi irdeleyelim.

Dinler genelde devletin resmi dini olduğu sürece baskı ve zorbalıkla büyümüş, gelişmiş ve kendileri gibi inanmayanları yok ederek ayakta durabilmişlerdir.

Büyüklerimiz anlatırlar, yazarlar çizerler.

Yüzyirmi dörtbin Peygamber gelip gitmiştir derler.

Bu kadar Peygamberin geldiği dünyada o kadar hatta çok  daha fazlası din ve inanç ortaya çıkmış ama devlet dini olarak kabul edilen din ve inançların büyük bir kısmı yok olup gitmiştir.

Alevilik ise bütün baskılara, asimilasyon politikalarına rağmen dik olarak durabilmiştir.

Ne yazık ki son dönemlerde kendi elimizle asimile etmeye çalıştığımız bu muhteşem inanma biçimini yok etmeye çalışıyoruz.

Hatırlanacağı gibi Maraş katliamını önce Adana’da sonra Narlı kasabasında anabildik. Sonraki yılda Maraş merkeze girdik ama korkunç baskılar gördük hatta Maraş’tan canımızı zor kurtardık ama mücadele vermeye devam ettik.

Bu yetmiyormuş gibi Maraş merkezde bir Cemevi yapımına karara vererek yapımına başladık.

Maraş’a anma etkinliğine gittiğimizde gerek polis baskısı gerekse gerici, faşistlerin baskısı ile karşılaştık.

Sanki ölenler bizler değil onlardı da bize tepki gösteriyorlardı.

Şartlar ne olursa olsun özellikle Demokratik Alevi hareketi olarak bu mücadelemiz devam edecektir.

Bu yıl 19.12.2015 tarihinde Maraş’ta kaybettiklerimizi anmak,mezarlarını ziyaret etmek için gitme talebimize Kahramanmaraş Valiliği izin vermemişlerdir.

Bu bir çözüm değildir,izin verip vermemesi hiç de önemli değildir.

Gün gelecek yaşananların tamamı hukuk önünde hesaplaşılacaktır.

 

 

         BASINDA KATLİAM

Hürriyet( 26.12.1978)

“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör…Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.

“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.

“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”

 

Cumhuriyet: (25.12.1978)

“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.

“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.

”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.

“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”

 

Aydınlık (16.01.1979)

“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl?’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.

“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”

 

Davanın Sonucu ve Yargılanmalar

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:

804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu.

 

 

 

 

Ökkeş Şendiler

‘Kahramanmaraş Olayları’nın yıldönümünde yaptığı açıklama.

BBP MKYK Üyesi Ökkeş Şendiller’in Basın Açıklaması

Kahramanmaraş Olayları 19-24 Aralık 1978 tarihleri arasında tam 29 yıl önce meydana gelmiş yakın tarihimizin en acı hadiselerindendir. İktidarda CHP hükümeti vardır ve Ecevit Başbakandır. 19 Aralık 1978 günü sağ görüşlü vatandaşların gittiği bir sinemaya patlayıcı madde atılmış yaralananlar olmuş, ancak patlayıcı maddeyi atan şahıs yakalanmış ve sol örgüt üyesi olan şahıs tutuklanmıştır.
20 Aralık 1978 günü solcuların devam ettiği bir kahvehane silahla taranmış olayda ölen ve yaralanan olmamış, ancak olanlardan bir provokasyon olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Çünkü CHP iktidarı göreve geldiği günden itibaren sol örgütler kurumlarında desteği ile güç gösterisine ve vatandaşı sindirme politikasını uygulamaya koymuş ve baskılarını artırmıştır.

 

İlin mülki idarecileri militan bir tavırla yapılan şikayetleri kulak ardı ediyorlar.

21 Aralık 1978 günü Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli iki sol görüşlü öğretmen fraksiyon ayrılığı yüzünden öldürüldü.

Olayların sebebi olarak gösterilen bu cinayetleri DEVRİM SAVAŞÇILARI (DHKP/C DEV-SAVAŞ) ÖRGÜTÜ işledi. (Adana 1 no’lu askeri mah.1984/208sayılı kararı militanlar idam cezası aldı. Bu militanlar 1991 yılında çıkarılan infaz yasası ile tahliye edildiler.)
22 Aralık 1978 günü iki öğretmenin cenazeleri sol örgütlerin gövde gösterisine dönüştürüldü ve şehir tam bir savaş alanına çevrildi. Cenazeler askeri araçlarla kaldırıldı. Cenazeden dönen militanlar 3 Kahramanmaraşlıyı katletti. Aynı gün akşam toplanan mahalli ve askeri yetkililerin bütün ısrarına rağmen Ankara’ya sokağa çıkma yasağını kabul ettirilemedi.

Eğer o akşam sokağa çıkma yasağı konmuş olsaydı bu acılar büyük ölçüde yaşanmayacaktı. 23 Aralık 1978 sabahı 3 cenazeyi almaya giden sağ görüşlü vatandaşlar hastane etrafında mevzilenen militanların saldırısına uğruyorlar. Sonuç gerçek bir katliam onlarca ölü ve yaralı… Ortada ne polis ne asker var. Şehir adeta Lübnan. Bir gün önce cenaze için dışarıdan getirilen sol örgüt militanları terör estiriyor. Ortada Devlet yok.
Şehirde tam bir kaos. Çatışmalar üç gün sürdü. Asker duruma 25 Aralık 1978 günü hakim oldu ve 26 Aralık günü Kahramanmaraş’la birlikte birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi. Güvenlik güçlerinin olaylara müdahale etmesine izin verilmedi. Hükümet yerinde oturdu. Devrin İç İşleri Bakanı İrfan Özaydınlı olayları yerinde inceledikten sonra “Hadiseleri sol örgütler başlatmıştır” beyanatını verdiği gün görevden alındı ve yerine Hasan Fehmi Güneş getirildi.

33 Gün En Vahşi İşkencelere Maruz Kaldık
Hasan Fehmi gelir-gelmez özel bir ekip kurarak Özaydınlı’nın beyanını tersine çevirme telaşına düştü. Devrin solcu polislerinin örgütü olan Pol-der genel başkanı Kazım Ulusoy’un başkanlığındaki işkenceci timin görevi olayların sorumluluğunu Ülkücülere yıkmaktı. Onun için bizi aldılar ve 15 günü Ankara Emniyet Sarayında olmak üzere 33 gün en vahşi işkencelere tabi tuttular. Ellerinde hiçbir belge ve delil olmadığı halde bizi olayların bir numaralı sanığı yaptılar. Çünkü emir öyle gelmiş, plan öyle yapılmış ve savcılıklar öyle oluşturulmuştu. Malum medya da linç kampanyasını ona göre yürüttü. Böylece sol işin içinden sıyrıldı. Adana Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde açılan davada 805 kişi yargılandı. Bunların 52’si sol görüşlü, Ancak, içlerinde hiç örgüt üyesi yok. Örgütler adeta yok oldu. Yani Ecevit’in gizli kasasından çıktığı iddia edilen gizli belgenin tam aksi, olayları planlayan ve katliam yapan Marksist örgüt ve militanları korunmuş, belgeler askeri mahkemelerden kaçırılmış ve haklarında o dönem dava açılamamıştır.
Ancak 12 eylül sonrası askeri mahkemelerde 6 sol örgütle ilgili dava açılmış ve bir çok militan ceza almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1-Devrimci Halkın Birliği örgütü lideri eski sandık cinayeti sanıklarından ERMENİ GARBİS ALTINYAN VE ÖRGÜTÜ Kahramanmaraş olaylarını tertiplemekten idam cezası aldı(Adana sıkıyönetim mah.1982/438 karar) 1991 infaz yasası ile tahliye oldu.
2-Dev-savaş örgütü olayların sebebi olarak gösterilen 2.sol görüşlü öğretmenin öldürülmesinden idam cezası aldılar.(Adana askeri mah.1984/208 no’lu karar) 1991 infaz yasası ile tahliye oldular.
3-TDKP/HALKIN KURTULUŞU örgütü Adana askeri mah.1984/150 sayılı karar birçok militan ceza aldı.
4-APOCULAR(PKK) Adana askeri mah.1986/104 sayılı karar bir çok militan ceza aldı.

7 Sünnetsiz Ceset
Ayrıca pol-der ve töb-der üyesi birçok militan aynı mahkemelerde yargılanıp ceza aldı.
Kahramanmaraş olaylarında resmi rakamlara göre 111 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı, yüzlerce ev ve iş yeri yandı. Ölenler arasında kimliksiz birçok militanla birlikte 7 sünnetsiz ceset tespit edildi. Bu cesetlerin kesinlikle gayrimüslim olduğu ve olaylarda dış güçlerin olduğuna delil olarak değerlendirildi.
Biz bir numaralı sanık olarak 2 yıla yakın adana 1 no’lu askeri mahkemesinde yargılanarak beraat ettik: 08.08.1980/520 gerekçeli karar.
Bu kararları görmezlikten gelerek aleyhte kasıtlı yayın yapan başta dünyaca ünlü ‘’MEYDAN LAORUSSE ANSİKLOPEDİSİ olmak üzere birçok basın yayın kuruluşu tarafımızdan açılan davalarda mahkum ettirildi. Bütün bunlara rağmen olayların yıldönümünde bu tür şerefsiz saldırılara karşı açıklama yapmak zorunda kalıyoruz. Ortaya konan gerekçeler olağanüstü şartlarda kurulmuş askeri mahkeme kararları. Başka ne söylenebilir? Burada bir iki hususu daha ifade etmekte fayda var.

 

 

 

 
Alevi-Sünni Çatışması Değildi 
Olaylar kesinlikle Alevi-Sünni çatışması değildir. Amerikan’ın Ankara Büyükelçiği ikinci katibi Alexander ve tezgahın içinde olanların iddiası böyle olabilir. Ancak bugüne kadar böyle bir delil yok. Olayları tertipleyenlerin, cinayet işleyenlerin ve ceza alanların, hatta ölenler arasında bulunan sünnetsiz cesetlerin alevi vatandaşlarla ne alakası olabilir? Bunlar Alevi vatandaşlarımızı kendi hain planlarına alet etmek isteyenlerin ülkeyi kaosa götürme oyunlarıdır.
Olaylar darbeye zemin hazırlamış olabilir. Çünkü olaylara müdahalenin bu kadar geciktirilmiş olması gerçekten düşündürücü.
Hükümet olayların öncesi ve sonrası tam manası ile taraflı ve tahrik edici davranmıştır. Onun için sorumluluğu büyüktür. Dönemin Başbakanı Ecevit’in gizli kasasından çıktığı iddia edilen gizli belgenin bugüne kadar saklanmış olması bile başlı başına değerlendirilmesi gereken bir olaydır.

Bizimle Yüzleşmekten Kaçıyorlar
Kahramanmaraş olaylarının her yıl dönümünde birileri bir bahane ile yaraları kaşımak ve bir yerleri tahrik etme yarışına giriyor. Evet, olayların perde arkasının tam olarak aydınlanmadığı doğrudur. Bu konuda vatansever ve vicdan sahibi herkesin samimi gayret göstermesi ayrıca namus borcudur. Hele o dönem sorumluluk makamında olanların bildiği her şeyi millet ve devletin kurumlarıyla paylaşması ayrı bir sorumluluktur. Biz bu konuda 29 yıldır gayret gösteriyoruz. Hatta bildiklerimizi milletimizle paylaşmak ve gelecek nesillere taşımak için “Kahramanmaraş Olaylarının Perde Arkası” isimli kitap yazdık ve on binlerce dağıttık. Bu konuda söylenecek sözümüzü her zeminde söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Ancak ahkam kesenler ve işin tahrikçiliğini sermaye ve sömürü haline getirenler bizimle yüzleşmekten kaçıyorlar.

Ortak Panel Çağrısı
Geçen Aralık ayında 78’liler vakfı “Maraş’la hesaplaşma” diye bir kampanya düzenlemiş. Meclise verilmek üzere bir dosya hazırlıyormuş. Hatta İçişleri Bakanlığı’ndan dönemin sorumlu tüm resmi-sivil güvenlik ve istihbaratçılarının kimliklerini isteyecekmiş. Bu arada bir de panel düzenlemişler. Çok güzel. Bu kadar zahmete ne gerek var. Bunları devrin komplocu Bakanı Hasan Fehmi’ye sorsalar yeter. Biz de elimizdeki bilgileri seve seve kendilerine veririz. Hatta panele bizi, Hasan Fehmi’yi ve Garbis ALTINYAN’I davet edebilirlerdi. Böylece hem kendileri çalıp-oynamamış olurlardı hem de gerçek tanıklar yüzleşmiş olurdu. Buna yürekleri yetmez, hesaplaşmaktan korkarlar. Biz bundan sonrası için de her zeminde ortak çalışma yapmaya varız. Celalettin Can’a, Av. Fikret Babaoğlu’na ve Hamit Kapan’a ortak bir panelde buluşma çağrımı tekrarlıyorum. Bu işler samimiyet ve açık yürekli olmayı gerektirir. Bizden söylemesi…

Gizli Kasadaki Gizli Belgenin Sırrı Ne? 
Bir diğer mühim mesele ise Ecevit’in gizli kasasından çıkan gizli belge. Neymiş efendim? Kahramanmaraş olaylarından bir hafta sonra dönemin Başbakan’ı Ecevit’e çok önemli bir kaynaktan, çok önemli bir belge gelmiş. Ecevit de devletin çok önemli kurumunu yıpratmamak için bu belgeyi saklamış. Çünkü bu çok önemli kurum devletin istihbarat örgütü MİT’miş. Bu MİT’in Kahramanmaraş katliamında parmağı olduğu yazılıymış bu belgede.
Gazeteci Can Dündar ve Rıdvan Akar belgeye Ecevit’in özel arşivinden ulaşmışlar. Belge aynen şöyleymiş “CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas, Kahramanmaraş) çıkacağına dair 1-2 ay evvel haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir. Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rolü oynamışlardır. Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT’in (ŞAHAP H., Ali K.,Mehmet K., Av.Metin E.,Nart K.) müşterek planları ile çıkarılmıştır. Türkeş oraya …’in tavassutuyla …’u tayin ettirerek güney bölgesi’ni ele geçirmiş ve Maraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. MİT olayın içinde olmasaydı Maraş’tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi. MİT, CHP döneminde büyük olayları yapan ve yaptıran MHP’lilere ait bilgileri saklamış. Sıkıyönetim mahkemelerine sadece sola ait raporların verilmesi hususunda “Türkeş, MİT’teki elemanlarına talimat vermiştir” denilmektedir.

 

MİT, Rahmetli Ecevit ve Türkeş Ciddi Zan Altında
Evet böyle bir belgeyi saklayan ve 28 yıl sonra ortaya çıkaran Çinçin’deki mahalle bekçisi değil o kanlı dönemin Başbakanı’dır. Olaylarda ölen 111 insandır. Bu bilgiler niçin sıkıyönetim mahkemelerine ve askeri savcılıklara ulaştırılmamıştır. Av.Mehmet Emin Değer vasıtasıyla Kahramanmaraş olayları davasına CHP olarak “mağdur olduk” diyerek müdahil olarak katılırken böyle önemli bir belgeyi niçin göndermemiştir? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak bu belgeden anlaşıldığı üzere, MİT, rahmetli Türkeş ve Ecevit ciddi olarak zan altındadır. O zaman MİT’in başında Adnan Ersöz Paşa vardı. Bu münasebetle devrin TSK’sı da zan altındadır. Eğer bu belge gerçekse olayın üzerine muhatapları ve varisleri derhal gitmeli ve gerçekler ortaya çıkarılmalıdır. Ancak, belgede geçen “MHP’lilere ait raporlar sıkıyönetim mahkemelerine gönderilmedi” ifadesi tam manasıyla gerçekleri saptırmadır. Esas belge ve raporları sıkıyönetim savcılık ve mahkemelerine gönderilmeyen Marksist örgüt ve militanlarıdır. Adana sıkıyönetim mahkemelerinin gerekçeli kararları bunun en açık delilidir. Çünkü Kahramanmaraş’ı kana bulayan ve katliam yapan Marksist örgütler ve katilleri CHP iktidarı döneminde yargı önüne dahi çıkarılmamış Hasan Fehmi Güneş ve Ecevit’in marifetiyle gizlenmişlerdir.Bu örgütlerin kirli yüzleri 12 Eylül darbesinden sonra açığa çıkarılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Maraş’ta katledilen Alevilerin mezarları kayıp!

İSTANBUL18.11.2013 12:10:47

34 yıl önce Maraş’ta katledilen Alevilerin mezarlarının kaybedildiği ortaya çıktı. Katledilenlerin yakınları gerçeği Maraş Belediyesi’ne başvuruları ardından öğrendi.

20-24 Aralık 1978 tarihleri arasında Maraş’ta Alevi yurttaşlara karşı gerçekleştirilen katliamın acısı aradan geçen 34 yıla rağmen dinmiyor. Resmi rakamlara göre 150’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği Maraş katliamında katledilen Aleviler dönemin Cumhuriyet Savcılığı’nın defin izni ile Maraş Belediyesi tarafından Şeyh Adil Mezarlığı’na defnedildi.

Özgür Gündem gazetesinin haberine göre mezarlığa defnedilen onlarca Alevinin mezarlarının kaybedildiği ortaya çıktı.

Maraş katliamında yaşamlarını yitiren Kamil Ün, Gülşen Ün, Zekeriya Ün, Ali Ün, Yusuf Lakap, Hasan Öztaş, Hatice Görür, Ali Aslan, Cemal Bayır, Fatma Baz, Yılmaz Baz, Zeynep Aydoğdu, İmam Ergönül, Hüseyin Ergönül, Güley Ergönül, Hacı Bektaş Bozkurt, Mahmut Ünal, Malik Ünver, Mitat Bozkurt ve daha pek çok kişiye ait mezarlar kaybedildi.

Avukat Seyit Sönmez’in müvekkili Veli Bozkurt’un kardeşi Bektaş Bozkurt ve yine katliamda yaşamını yitiren müvekkili Salman Bayır’ın babası Cemal Bayır’ın mezar yerlerinin bildirilmesi için Maraş Belediyesi’ne yaptığı başvuru korkunç gerçeğin açığa çıkmasına neden oldu.

Maraş Belediyesi Başkan Yardımcısı Av. Hasan Kaya imzasıyla Av. Sönmez’e 13 Haziran 2013 tarihinde gönderdiği 10623512-010.05-637-11046 sayılı resmi yazıda, katliamda yaşamını yitiren adı geçen kişilerin mezar yerlerinin tam olarak bilinmediği bildirdi. Belediye Başkan Yardımcısı Kaya’nın yazısında şu ifadeler dikkat çekti: “Bahse konu cenazelerin mezar adası belli olmakla birlikte, definden sonra cenaze yakınları tarafından mezar üzerine herhangi bir baş taşı vs. dikilmediği için mezar yerlerinin tam olarak neresi olduğu tespit edilememiştir.”

Katliamda iki yakınını kaybeden Veli Bozkurt ise defin sırasında kendilerine bir numara verildiğini, bu numara ile birlikte 1986 yılında mezar yerini aradıklarını, ancak o zaman Mezarlıklar Müdürlüğü’nün kendilerine, mezar yerinin bilinmediğini söylediğini ifade etti. Bozkurt, katliam sırasında kendi köyleri olan Kaşanlı’da 16 kişinin katledildiğini belirterek, devletin mezarlarını bulmasını istedi. Bozkurt, “Biz mezarlarımızın bulunmasını istiyoruz” dedi. Maraş katliamında annesini, babasını, ağabeyini yitiren Hayri Ergönül ise, cenazeleri kendilerinin defnettiklerini belirterek, yıllar sonra cenazeleri köylerine götürmek için başvurduklarında ise Belediyenin kendilerine mezarların kayıp olduğunu söylediğini ifade etti.

Defin sırasında kendilerine mezar yerlerini belirten bir numara verildiğini ifade eden Hayri Ergönül, “Maraş katliamında annem Güley, babam İmam, ağabeyim Hüseyin ve evde misafir olan Adıyamanlı bir öğretmen Mahmut Ünal ile Hacı Bektaş Bozkurt bizim evimizde katledildi. Biz o zaman cenazelerimizi kendimiz defnettik. Şimdi mezarlarımızı kendi köyümüze taşımak istiyoruz. Bunun için müracaat ettiğimizde bize mezarlarımızın kaybolduğunu, yerlerinin bilinmediğini söylediler. Biz mezarlarımızın bulunmasını istiyoruz. Bunu için ne gerekiyorsa yapacağız” dedi. Hayri Ergönül, mezarları kaybolan 50-60 kişi daha olduğunu belirtti.

Belediyeden verilen yanıtta, Bektaş Bozkurt’un 29125, Cemal Bayır’ın ise 29165 mezar sıra numarasıyla defnedildiğinin fakat bugün mezar yerlerinin bilinmediğinin ifade edildiğini belirten ailerin avukatı Seyit Sönmez, “Maraş Belediyesi’ne aileler adına yeni başvurular yapacağız, ancak sonuçtan pek umutlu değiliz. Burada manevi bir zarar söz konusudur. Sonuç alamazsak, Anayasa Mahkemesi’ne gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağız. Aileler en azından yakınlarının kemiklerinin bulunmasını talep ediyorlar” dedi. Avukat Sönmez mezarları kaybolan diğer aileler adına da başvuru yapacaklarını söyledi.

 

18.12.2015  

ABBAS TAN